Aile demek kan bağı demekse, ailemden sadece dedem ve anneannemi kaybettim. Ama aile dediğimiz şey benim için biraz daha farklı, işte bu yüzden ben bir de Gülçin ablamı kaybettim.

Müvekkillerinin ve çalışma arkadaşlarının hayran olduğu bir avukat düşünün. Bir de üniversiteye yeni başlamış bir genç kız düşünün. İşte bu ikili bir Eskişehir treninde 2002 yılında tanışır.

İlerlemiş yaşı (!) ve mesleği itibariyle belki tanımadan ağırbaşlı ve mesafeli birini bekleyebilirsiniz adını duyunca ama hayatınızda onun kadar kendini dalgaya alan birini tanımayamazdınız. Yıllar boyu en ağır davalara girmiş olan, en çetin davalarda ifade özgürlüğünü savunmuş olan bir avukat… Aynı zamanda dünyanın en hoş sohbet ve aslında hiçbir şeyin gereğinden daha ağır olmadığını kendine bir hayat biçimi haline getirmiş Gülçin abla.

Üniversiteye yeni başlamış olan genç kıza geri dönersek, bir akşam vakti neredeyse U şeklinde bir teras, babası ile birlikte ‘ev oturması’na gitmiş.

O zamanlar hem Tarık Öcal hem de Mehmet Akan hayattaydı. Mehmet Akan’ı tanıyordum, Bizimkiler dizisinde çok ters bir apartman yöneticisini canlandırıyordu. Tarık Öcal’ı ise ilk kez görüşümdü, müzisyen Tarık Öcal. Biraz Tarık Öcal’ın heybetinden, Mehmet Akan’dan da biraz yönetici karakteri yüzünden çekinmiştim. Tabii bütün bu çekingenliğim Tarık Öcal’ın elinde gitarla Mehmet Akan’a laf atıp, Mehmet Akan’dan –rakısından bir yudum aldıktan sonra- benim yüzümü kıpkırmızı hale getirecek bir cevap alana kadar sürdü. Ben daha ne olup bittiğini anlayamadan bütün masa ardı arkası kesilmeyen kahkahalara boğulmuştu.

İmkanım olsaydı da o geceyi daha ayrıntılı hatırlasaydım. Çünkü Gülçin abla bu demekti. Kalabalık bir masa, kalabalık kahkahalar ve her ne işle hayatlarını idame ettirseler de yan yana geldiklerinde Gülçin abla gibi, önce kendilerine yönelik harekete geçirdikleri mizah refleksleri.

Gülçin abla ile aramız 57 yaştı ama bir kez olsun bana bu farkı hissettirmemişti. Her şeyi konuşabilmenin yanı sıra Gülçin ablanın sizi her daim güldüren, gülümseten içten çıkışları vardı. Mesela hiç kulağımdan gitmeyen ‘Ne münasebet canım?!’ deyişi. Tabii söylediklerini ve daha da ötesinde söyleyiş şeklini hatırlayınca aslında Gülçin ablayı ne kadar özlediğimi de bir kez daha hatırlıyorum.

Bu yıl 10 Nisan’da, ölüm yıl dönümünde Gülçin Çaylıgil anıldı Cezayir Apartmanı’nda. Gülçin ablanın birkaç videosu gösterildi, ben onu bu kadar özlediğimi nereden bileyim, onu konuşurken görünce bu kadar ağlayacağımı nereden bileyim… En son Bodrum’a taşınmadan önce ağlaştığımız Gülçin abla…