Yıl 1995, Budapeşte’de kış mevsimi. Bir sinema atölyesi ve gelecek vaadeden bir grup genç. Atölyenin katılımcılarına bir fotoğrafçının iki karesi gösteriliyor. Fotoğraflardan biri genç bir katılımcıya ilham kaynağı oluyor ve hatta ona uluslararası ödüller kazandırıyor.

Bu haliyle bir yastık altı hikayesini andırdı değil mi? O zaman başa dönelim. Senaryo yazarı Yvette Biro 1995 kışında Budapeşte’de Tiyatro ve Film Akademisi’nde bir sinema atölyesi düzenler. Bir gün katılımcılara Macar asıllı Fransız Lucien Hervé adlı fotoğrafçının “Les trois femmes” ve “Le courier solitaire au bord de la Seine” fotoğraflarını gösterir. Katılımcılardan 1973 doğumlu Marcell Iványi fotoğrafa bakar ve üç saat sonra elinde bir kağıtla sınıfa geri döner.

Trois femmes, Audincourt, France © 1951, Lucien Hervé

Trois femmes, Audincourt, France © 1951, Lucien Hervé

Biro senaryo fikrini duyar duymaz “İşte bu!” der. Fakat Iványi yaklaşık altı ay boyunca bu senaryo fikrini hayta dökmez. Fakat bir gün kısa film arayışı içinde olan televizyon yapımcısı György Durst ile karşılaşır.  Durst hikayeyi dinleyince Biro’dan farklı bir tepki vermez ve Iványi “Szél / Rüzgâr” için “Motor!” der. Film bittiğinde ise 1996’nın Şubat ayı olmuştur.

Filmin adı da aslında Iványi’nin ilk karaladığı metinde sürekli “Ve rüzgar esiyordu, onlar öylece dikiliyordu. Ekranda şunu, şunu görüyorduk ve rüzgar ediyordu” cümlelerini kullanması sonucu ortaya çıkmış. Bir yandan da Iványi’yi cezbeden aslında rüzgarın nasıl da her şeyi alıp götürüyor oluşuymuş. Yaklaşık yedi dakikalık film 1996’da Iványi’ye Cannes’da En İyi Kısa Film dalında Altın Palmiye , aynı yıl Torino Uluslararası Genç Sinema Festivali’nde Torino En İyi Film dalında Torino Şehir ödülü, 1997’de ise Dresden Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödülü kazandırmış. Bence film aynı zamanda bir fotoğrafın asla bilinemeyeceğine de vurgu yapıyor, şaşkın gözlerle size bakan bir kızın fotoğrafında asla neye şaşırdığınız bilemeyeceğiniz gibi…

Genelde çoğu insanın asıl sorununun fikir üretmek olduğunu düşünen Biro’nun tetikleyici olması için kullandığı tekniklerden biriymiş fotoğraf. Biro aynı zamanda senaryo fikrini duyduğu anda genç yönetmen adayının başarılı olacağından eminmiş. Ayrıca Biro’ya göre Iványi’nin kısa filminde “Még kér a nép / Red Psalm” eseri ile 1972’de Cannes’da En İyi Yönetmen ödülü alan Miklós Jancsó’nun ve aynı zamanda da Macar filmlerinin bir geleneğinin izleri de bulunuyormuş. Jancsó uzun planlar kullanmasıyla meşhurmuş, hatta bir filmi 11 planda oluşuyormuş. Biro bir de bu kısa filmde kullanılan manzaraların da usta yönetmenin filmlerini çağrıştırdığını dile getirmiş bir röportajında. Jancsó’nun en meşhur filmi de Türkiye’de “Umutsuzlar” adıyla gösterilmiş olan “Szegénylegények”.

Tabii yazıyı bitirmeden ilham kaynağına değinmemek olmaz. 1910’da Macaristan’da doğan Hervé’in portfolyosuna bakacak olursanız çok fazla mimari, az sayıda portre ile karşılasırsınız. 2007’de yaşamını yitiren fotoğrafçı özellikle de modern mimarinin babası İsviçreli Charles-Édouard Jeanneret, namı diğer Le Corbusier’nin eserlerini fotoğraflamıştır. 19 yaşında Macaristan’dan Paris’e taşınan Hervé, o dönemler de Paris’e giden her genç gibi kendini yazar ve ressamlardan oluşan bir tayfanın içinde bulmuş. Hatta bunlardan biri de bizim Brassaï olarak tanıdığımız ama o dönem Gyula Halász adını kullanan fotoğrafçıymış.

Brassaï - Couple d'amoureux dans un petit café, quartier Italie reflection via met

Brassaï – Couple d’amoureux dans un petit café, quartier Italie reflection via met

Adını değiştiren sadece o değilmiş. Hervé de aslında “László Elkán” olarak doğmuş ama II. Dünya Savaşı sırasında önce Almanlar tarafından yakalanmış, sonra kaçıp Fransız Direnişi’ne katılmış. O dönem kullandığı takma adı Lucien Hervé de hayatının sonuna kadar onunla kalmış.