09 Eylül 2017’de Sevin Okyay’ın hayatını nehir söyleşi yaptığım ve Ayizi Kitap’tan çıkan ‘Hakikaten – Sevin Okyay anlatıyor‘ raflardaydı. Benim içinse bu büyük bir heyecandı. Dört yıllık emeğim sonunda önümde duruyordu. Kitabın hikayesini ve bu maceranın neden dört yıl sürdüğünün cevabını, kitaba yazdığım önsözün daraltılmış aşağıdaki halinde bulabilirsiniz.
Birçok insanın hayatında durup “Yahu okunacak ne kadar çok kitap, izlenecek ne kadar çok film ve keşfedecek ne ka- dar çok müzik var” dediği bir an olmuştur. Bahsedilen 1942 doğumlu Sevin Okyay ise bu “Soracak ne kadar çok soru var” şeklinde tınlıyor. Onu keşfetmek için ne kadar sorar- sam sorayım, bende daha soracak dünya kadar soru olduğu hissini uyandıran ender insanlardan.
Hazırladığım her soru listesi, kendini çizikler ve notlar içinde buluyordu. Her deşifre, yanımdaki yöremdeki bir kağıda baş- ka bir soruyu not almamla bitiyordu. Deşifre yapmak başlı başına bir zorluk barındırır ama Sevin Hoca’nın anlattıklarının deşifresini yapmak uzun bir arama/tarama gerektirir.
Bir insanı yıllardır tanırken hiç tanımayan insanlarla yolunu kesiştirmek için böyle bir işe girişmek epey zormuş. Ki bu yolun başında aslında İlknur (Üstün) bulunuyor. 2013’te sevimsiz bir trafik kazası sebebiyle evde yatarken İlknur aradı. Ayizi için bir nehir söyleşi yapıp yapamayacağımı sordu ve tabii ki telefonu “Sen bir düşün,” diyerek kapattı.
Hayatımda tanıdığım eşsiz bir iyiliğe sahip kadınların başın- da geldiği için de İlknur’a “Hayır” demek söz konusu değil. E, bir yandan da çok heyecan verici bir fikir. İlknur da ben de birbirimize söylemeden harıl harıl nehir söyleşi örnekle- ri bakıyormuşuz, bunu birbirimize aradan bir yıl kadar bir süre geçince söyleyince -daha doğrusu itiraf edince- çok gülmüştük. Heyecan her bir taraftan sarmıştı bizi.
Benim düşünme payım, kendimi cesaretlendirme payım, nehir söyleşiyi kiminle yapabileceğimi düşünürken bur- numun dibindeki koca çınar Sevin Hoca’ya fikri açmadan önce kızı Elif’e danışmam… Buraya geniş bir parantez aç- mamda yarar var. Elif ile Taraf gazetesinde birlikte çalışmıştık; o kültür sanat bölümünün başındayken ve ben dış haberlerde çalışırken iki yılımız birlikte geçti. Önce Sevin Hoca’yı, ardından Elif’i tanıdım. Konuyu önce tabii ki Elif’e açacaktım!
Sonra Sevin Hoca’yla konuşmalara başlamamız, onun bu süre zarfında geçirdiği dört ameliyat, gündelik rutininin yanı sıra katıldığı festivaller, benim bu konuşmalar sırasında arşivini görüp yeniden ra ara girişmem… Dolayısıyla bazıları aralıksız uzun, bazıları daha kısa ve hatta bazıları geriye dönmeli birçok konuşma/görüşme oldu, ki zaten bunu da metnin akışında hissedeceksiniz. Derken, derken işte karşınızdayız!
Sevin Hoca’nın arşivi demişken, tanışmamıza vesile olan da zaten bu arşivin ta kendisidir. 2006 yılında yanılmıyorsam Janet (Barış), Sevin Hoca’nın arşivini düzenlemek için birine ihtiyacı olduğunu söyledi. Janet, Marmara Üniversi-tesi İletişim Bilimleri yüksek lisansında arkadaşımdı. O da bu arayış haberini Sevin Hoca’nın eski öğrencisi Ferhat’tan (Uludere) almıştı aslında.
Peki Sevin Hoca’nın arşivi ne demekti? Yıllardır saklan- mış gazete kupürleri, caz albümleri, polisiye kitapları, film DVD’leri ve sinema dergileri. Bütün eve yayılmış bir arşiv… Sekiz ay süren bir derleme ve sekiz ay süren bir haşır neşir olma hali. Darı ambarı rüyamda değil tam karşımdaydı.
Kitaba adını veren de fark etmeden Sevin Hoca’nın ken- disi oldu. Bu kelimeyi hem bu kadar çok hem de bu kadar hakkını vererek -hem duygu hem de vurgu olarak- kullanan başka birini tanımadım. Kitabın içinde doksan beş kere “Hakikaten” kelimesinin geçmesi de dikkate değer.
Ve bu kitap bittiğinde biliyorum ki hâlâ sorulacak çok soru vardı ama bir insanın hayatı onun anlatmak istediği kadardır…
Sevin Hoca’yı bire bir tanımayanlar için not; okuyacağınız bütün satırların arası kahkaha dolu. Epey sert ya da kırgınlık içerdiğini düşündüğünüz satırların arasında biz onunla kah- kahalara boğuluyorduk.
Pınar İlkiz
2013-2017,
İstanbul.